AuthorPenetrator God Archives
April 2023
Categories |
Back to Blog
Cyrodiil'de yaşayan 10 yaşındaki genç kara elf Mythall babasını 3. Çağ 415'te madende çalışırken göçük altında kaldığı bir iş kazası sonucu kaybetmişti. Annesini ise birkaç yıl sonra onu ölüm döşeğine düşüren çaresiz kötü bir hastalığın pençelerine kurban verdi.
Ardından kalacak başka yeri olmayan Mythall Morrowind'te yaşayan tek yakını olan amcası Liandras'ın yanına taşınmak zorunda kaldı. Bay Liandras tüm Balmora'da ki en huysuz adam olarak tanınır ve Mythall'ın varlığına istemeyerekte olsa bunu bir görev olarak gördüğü için tahammül etmeye çalışır. Bu hikayede küçük bir çocuğun amcasının ve çevresindekilerinin kasvetli ve mutsuz hayatlarına nasıl ışık tutup değiştirdiğine şahit olacaksınız… Sabahın erken saatleriydi. Bay Liandras hiç huyu olmamasına rahmen aceleyle mutfağa girdi. O sırada malikanenin hizmetçisi Dralosa bulaşıkları yıkıyordu ve onun bu haline şaşkınlıkla bakakaldı. Bay Liandras'ın bugün durumunda bir farklılık vardı. “Dralosa!” diye gürledi bay Liandras. Bulaşıkları yıkamaya devam ederek, “buyurun” diye karşılık verdi Dralosa. “Vivec aşkına…biri sana bir şey söylerken, elindekini bırakıp öyle dinle.” “Kulağım zaten sizdeydi ama olur, efendim, bırakıyorum. Şimdi sizi dinliyorum.” Liandras Avors eskiden beri hiçbir şeyden memnun olmazdı. Dralosa bir buçuk aydır, Bay Liandras'ın yanında hizmetçi olarak çalışıyordu. Babası ölmüş, annesi ve kardeşiyle beş parasız orta yerde kalınca, genç kadın da kasabanın tek konağı olan AVORS'ta işe girip çalışmak zorunda kalmıştı. “Bulaşıkları bitirir bitirmez tavan arasındaki odayı temizleyeceksin. Oraya bir de yatak yerleştir.” “Odadan çıkacak eski eşyalar ne olacak beyim?” “Çatının arka tarafına koy. Böyle şeyleri sürekli bana sorma. Bunları artık senin düşünüp yapıyor olman lazım.” Kısa bir süre duraksadıktan sonra bay Liandras konuşmasını sürdürdü: “Dralosa, yeğenim Mythall Avors Cyrodiil'den Morrowind'e sonra buraya Balmora'ya yani evime geliyor . On yaşında kendisi. Hazırlayacağın odada kalacak.” “Demek buraya küçük bir kül tenli erkek gelecek. Bay Liandras, ne güzel bir haber bu!” dedi Dralosa sevincini belli eden bir tonla. Bay Liandras suratını ekşiterek, “Güzel mi? Bu hiç de yerinde kullanılmış bir söz değil. Ama katlanmaya çalışacağım. Bir yerde benim için görev oluyor. Ayrıca o bizden biri değil. Annesi kuzeyli bir rahibeydi. Annesinin baba tarafı da balyoz yurtlu bir köylüymüş. Yani safkan değil! Soyu sopu belirsiz.” dedi. “Küçük bir çocuğun yaşantınızı değiştireceğini düşünmüştüm de, efendim” dedi Dralosa kekeleyerek. “Sağ ol” dedi bay Liandras soğuk bir sesle… “Ama buna gerek duyduğumu sanmıyorum.” diye ekledi. Dralosa “Ne de olsa erkek kardeşinizin çocuğu diye…” diyordu ki lafı birden yarı da kesildi. “Dralosa! Burnunu haddin olmayan yerlere bir daha sakın sokma! Yoksa kendine başka bir iş aramak zorunda kalırsın. Ağabeyim ailesinin uyarılarını dikkate almayıp onayımız olmadan aptalca bir evlilik yaptı ve yeterince kalabalık olan Tamriel'e gereksiz bir takım çocuklar daha getirip bedelini canıyla ödedi. Fakat az önce de söylediğim gibi, bu durum benim için bir görev oluyor.” “Beni affet lordum, tekrarı olmayacak.” dedi Dralosa sesini alçaltıp başını öne eğerek. Bay Liandras mutfaktan çıkarken kırmızı gözlerinden gelen sert ve delici bakışlarının eşliğinde “Odayı yavaş ve baştan savma temizleme. Yakında yanına kontrol etmeye uğrarım.” demeyi de unutmadı. Bay Liandras odasına gitti. Yatağının yanındaki sehpanın çekmecesinde duran İki gün önce Cyrodiil'in adı pek duyulmamış bir yerinden ona kuryeyle gelen mektubu çıkarıp yeniden eline aldı. İçinde yazanlar onu hiç ama hiç mutlu etmemişti. Mektubu bir daha gözden geçirdi: “Sayın Bay Liandras, İki hafta kadar önce Rahibe Isa Rahman'ın 59. doğum gününde vefat ettiğini ve on yaşındaki oğlunun öksüz kaldığını büyük üzüntülerimle size bildirmek zorundayım. Miras olarak oğluna birkaç kitap dışında hiçbir şey bırakmadı. Dokuzlar şapelinde görevli olarak çok az maaş almaktaydı. Isa Rahman'ın rahmetli eşinin kardeşiniz olduğunu öğrendik. İki ailenin arasında soğukluk olduğunu vaktiyle söylemişti. Rahibe Rahman, yine de vasiyetinde Mythall'ın babasının hatırı için evinize alacağınızı umduğunu belirtiyordu. Bu mektup elinize geçtiğinde, sanıyorum küçük çocuk da yol hazırlığını tamamlamış olacak. Gelmesini istiyorsanız hemen bir mektup yazın. Çünkü Blacklight'a gidecek bir aile, onu gemilerin demir attığı Vivec limanına giden bir kayığa kadar götürüp bindirecekler. Mythall'ın yola çıkacağı günü de ayrıca bildireceğim. Mektubuma uygun bir cevap vereceğiniz umuduyla saygılarımı sunarım. İmza Baş Rahip Cirroc… Yollanma Tarihi : Fredas, Rain’s Hand'in 21. günü, 3E 417” Bay Liandras, mektuba kısa bir süre sonra yanıt vermiş, küçük çocuğun gelebileceğini yazmıştı. Bay Liandras oturduğu koltuktan ağabeyi Balyn'i düşündü. Gelecek çocuğun babasıydı Balyn. On dokuz yaşındayken ailesinin istemediği kuzeyli bir kızla evlenmişti. Oysa, Balyn'i Ald'ruhn'da ikamet eden Redoran Hanesi'ne mensup çok zengin biri istiyordu. Bay Liandras o zamanlarda on iki yaşındaydı ama olayları sanki dün olmuş gibi anımsıyordu. Ailesi, zengin ve itibarlı bir Redoran'lı dunmer kadınını çevirip Cyrodiil'e taşınarak yoksul kuzeyli bir rahibenin kocası olmayı kabul eden oğullarıyla tüm ilişkilerini kesmişti. Balyn, yine de ailesine ara sıra mektup yazmış, ilk doğan ikiz çocuklarına, erkek kardeşleri Liandras ile Belaal'ın adlarını verdiğini bildirmişti. Ancak Balyn ilk çocukları kısa bir süre sonra sebebi meçhul bir şekilde ölmüştü. Adam, sonraları hiç mektup yazmaz oldu. Aradan geçen uzun yıllar sonra da, kendi ölüm haberi ve ardından da bu tatsız mektup gelmişti. Bay Liandras, pencereden aşağı da uzanan mahalleye baktı. Elli dört yaşındaydı ve koca dünya da tek başınaydı. Hiç evlenmemiş ve neredeyse tüm akrabaları ölmüş, hayatta olanlarla ise küstü. Merhum babasının bütün varlığı ile bir asırlık büyük lüks bir konak ona kalmıştı. Bay Liandras asık bir suratla ayağa kalktı. İçinden, Mythall'ın ne kadar aptalca bir isim olduğunu düşünüp odasından ayrılıp merdivenlerden üst kata çıkarak Dralosa'ya bakmaya gitti… Dralosa, tavan arasındaki odanın her tarafını güzelce temizledi. Temizlik yaptığı sürece, Bay Liandras'a kızıp durmuştu. “Şu çocuğu, yazın bir fırın gibi yanan odaya koymaya ondan başka kimin vicdanı elverebilir? Kışın burada şömine de yanmaz. Sanki koca konakta başka oda yokmuş gibi… Çocuk gereksizmiş! Gereksiz olan biri varsa, oda kendisi!” Dralosa öğleden sonra, Yaşlı Omalyn'in yanına gitti. Omalyn, yıllardır konağın bahçıvanlığını yapıyordu. Dralosa, sağına soluna bakındıktan sonra: “Bay Omalyn…” dedi kısık bir sesle, “Bay Liandras'ın yanına hep bizimle kalacak küçük bir cocuğun geleceğini biliyor musunuz?"diye ekledi. "Ne dedin?” diye bağırdı adam şaşkınlıkla. Zorla doğrulmaya çalışarak: “Saçmalama. Yarın güneşin hiç doğmayacağını söylesen daha iyi.” “Doğru söylüyorum, kendisinden öğrendim. Yeğeni, on yaşında…” Yaşlı adamın şaşkınlığı geçmemişti: “Akıl alır gibi değil ama olsa olsa merhum Bay Balyn'in küçük oğludur. Öbür iki erkek kardeş hiç evlenmediklerine göre… Demek Bay Balyn'nin oğlu gelecek. Çok sevindim!” “Bay Balyn kimdi?” diye sordu Dralosa. “Çok iyiydi” diye karşılık verdi yaşlı adam. “Ondokuz yaşındayken evlenip Morrowind'ten gitti. Bildiğim kadarıyla bir oğlu dışında öbür çocukları ölmüş. Gelen o çocuk olsa gerek.” diye devam etti. Dralosa, konağa doğru bakarak “Tavan arasında yatacak” diye yakındı. “Amcası olacak adamda utanıp sıkılma yok ki!” diye ekledi. Yaşlı Omalyn, önce somurttu, sonra hınzırca bir gülümseme belirdi yüzünde: “Bay Liandras'ın da çocukları olsa ne yapacağını düşündüm birden.” “Ben de, bu çocuğun Bay Liandras ile bu evde ne yapacağını merak ediyorum.” Yaşlı Omalyn gülerek: “Sen Bay Liandras'ı pek sevmiyorsun galiba” dedi. “Onu sevecek birinin olabileceğini sanmıyorum.” Yaşlı Omalyn, dudaklarında tuhaf bir gülümsemeyle sordu: “Sen Bay Liandras'ın aşk macerasını hiç duymamışa benziyorsun?” “O aşk macerası mı geçirdi? İnanılır gibi değil. Kim senin bildiğini de sanmam.” “Vaktiyle biliyorlardı. O kadın hala burada Balmora'da yaşıyor.” “Kim bu kadın?” “Söylemem doğru olmaz.” “Öyle bir adamın sevgilisi olduğuna inanmam” dedi Dralosa. “Zamanında çok yakışıklı bir adamdı Bay Liandras.” “Bay Liandras mı yakışıklıydı?” “Tabii ya, saçlarını eskisi gibi tarasa, lüks şapkalar, elbiseler giyse, yine de yakışıklı olur. Hem, Bay Liandras o kadar yaşlı değil ki..” “Öyleyse niçin kendini yaşlı gibi gösteriyor? Bunu da iyi beceriyor doğrusu.” “Biliyorum…” dedi Omalyn; “Sevdiği kadınla evlenemeyince böyle değişti. O gün bu gündür sanki yalnızca öfkeyle besleniyor. Çevresindeki herşeye, herkese nefret kusuyor.” “Gerçekten öyle” diyerek iç geçirdi Dralosa; “Ağzınla kuş tutsan yararı yok bu adam için. Yanında bir gün bile durmayacağım ama ne yaparsın yoksulluk işte.” O sırada aksi bir adam sesi duyuldu: “Dralosa!” Bu sesle genç kız, konağa doğru koşmaya başladı…
Back to Blog
“Rüzgar her daim arkanda olsun, dostum.” Skyrim, Windhelm Şehri Limanı… İnsanın kendi hakkında yazması bana hep biraz tuhaf gelmiştir, ama bundan da kaçamam. Beni Gjalund Tuz-Bilge diye çağırırlar. Yaklaşık yirmi yıldan beri Hayaletler Denizi'nde teknem Kuzey Bakiresiyle yelken açıyorum. Her zaman bir gemici olarak çalışmadım, Solstheim'in etrafındaki denizde balıkçılık yapıyordum. Güzelce yaşayıp giderdik o zamanlar… Lakin yıllar yılı kovaladıkça Kızıl Dağ'dan fışkıran kül denizi zehirledi ve bu olay balıkçılığı olduğundan daha da fazla zorlaştırdı. Şayet Kuzgun Kaya'ya erzak yolculuklarım olmasaydı, şimdiye kadar gemimi satmış ve Vadi Kent'e yerleşmiş olurdum. Solstheim, Miğferyeli Şehri'nin kuzeyindeki bir adadır. Başkenti Kuzgun Kaya'dır. Bir liman kasabası olan Kuzgun Kaya aslında bir kara elf yerleşkesidir. Tabi ki adada Skaal adındaki bir köyde yaşayan bir avuç Kuzeyli ‘de yaşamaktadır. Adaya esasında ilk ayak basanlar İmparatorluk'tu. Adanın güney ucunda bulunan zengin madenlerdeki abanozu çıkarmak için Doğu Krallığı Şirketi tarafından bir koloni kurulmuştur. Ada başlangıçta İmparatorluk insanlarının ve Kuzeylilerin eviydi, fakat zamanla Dunmer'ların ataları buraya göç edince İmparatorluk, Kara Elf mültecilerinin adaya yerleşmesine izin verdi. Fakat ilerleyen yıllarda İmparatorluk adayı terk etmeye karar vermiş. Sonrasında Redoran Hanesi bölgenin kontrolünü ele almış ve adadaki hâkimiyetlerini sağlamışlar. Böylece Kuzgun Kaya Kara Elfler'in olmuş. Şu anda Kuzgun Kaya Redoran Hanesinin temsilcisi olan Vekil Morvayn, tarafından yönetilmektedir. Kötü hava koşulları nedeniyle Kuzgun Kaya'ya götürmemiz gereken malzemeleri geciktirmiştik. Vekil Yardımcısı Adril Arano'nun imzasını taşıyan bir mektup geçen gün bir kurye tarafından bana ulaştırıldı. Mektupta İstedikleri malzemeleri denizdeki şartlar ne olursa olsun acil olarak ona getirmemiz gerektiği yazıyordu. Yani artık Miğferyelin'den Kuzgun Kaya'ya doğru olan yolculuğumuzu daha fazla erteleyemezdik. Ertesi gün, sabahın altısında okyanusa açıldık. İlk gün gün hava güzeldi, tüm mürettebat güverteye çıkıp güneşin doğuşunu seyretmiştik. Ancak sonraki gün deniz oldukça dalgalıydı. Ardından korktuğumuz başımıza geldi, kuvvetli bir fırtına gökyüzünü kararttı. Deniz kabardı ve çalkalandı, gazap dolu bir başka fırtına ortaya çıktı. Kürekleri elimize aldık ve fırtınanın dışına doğru kürek çektik. Hayaletler Denizi ile adeta boğuşuyorduk ve fırtına teknemizi savuruyordu. Tam o anlarda boyu 10 metreyi aşan büyük bir dalga belirdi ve Kuzey Bakiresi 'ne şiddetle vurdu. Gemim ortadan üç parçaya ayrılmıştı ve mürettebatımla birlikte denizin derinliklerine doğru battık. Gözlerimi açtığımda bir sahilde yüzükoyun bir şekilde uzanırken buldum kendimi. Muhtemelen dalgalar bedenimi buraya taşımıştı. “Ah. hııaahh. Neredeyim ben.” dedim. Uyanır uyanmaz aklıma gelen ilk şey sahili araştırmak oldu. Belki de gemi kazasından sonra mürettebatımdan başka sağ kalan birileri de benim gibi karaya sürüklenmiş olabilir diye düşündüm. Kıyıya vurmuş pek çok ceset ile karşılaştım. Ama benden başka başarabilen kimse yok gibi görünüyordu. Derken bir inleme sesi geldi. “Ah. Yardım edin.” Sesin geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Bu Serdümenim Lygrleid idi. Bacağından yaralanmıştı ve bilinci kapalı gibiydi. Emin olmak için eğilip göğsünü dinledim. “Hala nefes alıyor.” dedim heyecanımı gizleyemediğim bir tonla. Kıyafetimin kolunu yırtıp kanamasını durdurmak için bacağına sıkıca bir düğüm attım. İşe yarıyordu, ancak hala baygındı. Başucuna oturup beklemeye başladım. Uyanması 15 dakika sürdü. “İyi misin.” diye sordum. “Evet, evet, kaptanım… Sanırım ancak okyanusun yarısını içmiş olmalıyım.” Ayağa kalkması için eğilip elimi uzattım. Ayağının üzerine tam olarak basamıyordu o yüzden omzuma dayanmasını söyledim. “Neler olduğunu hatırlayabiliyor musunuz? Kaptanım.” “Yalnızca bir şiddetli fırtına ve son olarak o devasa dalgayı… Bize doğrudan çarptı. Sonra da Kuzey Bakiresinin üzerinden geçerek yok oldu.” “Görünüşe göre diğerleri bizim kadar şanslı değilmiş.” dedi gözüyle yerdeki cesetleri işaret ederek. “Lygrleid… Nerede olduğumuz hakkında bir fikrin var mı.” diye sordum çevreye bakarak. “Hayır. Bende sizin bir fikriniz vardır diye düşünmüştüm.” “Belki başka bir adadayızdır. Etrafa bir bakmamız gerek. Ancak öncelikle bu sahilden uzaklaşmalıyız. Bu enkaz yağmacıları çekebilir ve onlar da kazadan sağ kurtulanlardan hoşlanmazlar. ” “O zaman kaptan kendimizi korumak için bir silaha ihtiyacımız olacak. Etrafa bir bakabilir misin acaba? Şey bende yardım etmek isterdim ama bu halimle sana ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramam. Belki de dalgalar sahile gemiden kullanabileceğimiz bir şeyler atmıştır. Bir sopa, ya da dal. Şöyle kafa ezecek bir şey. Hiçbir şeyimiz olmamasından iyidir, değil mi. Kaptan ben burada kalıp sağ kurtulan başkaları var mı diye bakacağım.” Lygrleid'i bir ağaç kütüğünün üstüne oturttuktan sonra çevreyi araştırma işine koyuldum. Kısa bir süre sonra cesetlerin birinin üstünden elime epey iyi oturan bulabildiğim ilk silah bir hançer. “Dövüşmemiz gerekirse kullanabileceğim bir şey buldum.” dedim hançeri göstererek. “Çok güzel kaptan. İhtiyaç duyduğumuz anda üstümüzde bir silahın olması insana güven veriyor.” “Ben hazırım. Gidelim mi.” diye sordum. “Bundan daha iyi bir vakit olamaz kaptan.” “Lygrleid beni kaptan diye çağırmayı bırak artık ne bir gemim ne de bir mürettebatım var.” “Peki Ka… Yani Gjalund. Şey sanırım bu yeni duruma alışmak biraz zamanımı alacak.” “Bir yerlerde adanın iç kesimlerine doğru giden bir patika olmalı. Gidip onu bulalım derim.” dedim. “Bende dikkatli olalım derim. Ağaçların arasında hareket eden bir şey gördüğümü sanıyorum. Gjalund Silahını hazırda tut.” Nerede kıyıya vurduğumuz hakkında daha çok şey öğrenmek için Lygrleid ile birlikte ilerlemeye başladık. Birkaç metre yürüdük. Ve büyük bir sıçanla karşılaştık. Hançerimle ile onu kestikten sonra çevrede başka bir yiyecek olmadığından dolayı mecburiyetten sıçanı yemeye karar verdik. “Cesetlerin kokusuna gelmiş olmalı. En azından artık biraz etimiz var.” dedi Lygrleid. “Şu şeyden nasıl bu kadar iştahla bahsediyorsun anlayamıyorum.” dedim tiksinç bir ifade ile. “Hiç yoktan iyidir. Ancak bir ateşe ihtiyacımız var. Sıçan yiyeceksek en azından çiğ yemeyelim.” Bulduğumuz sıçan etini pişirmek için etrafta uygun bir yer aramaya başladık. Tam o anda biraz ileride yanmakta olan meşaleler gözümüze ilişti. Bunun anlamı yakınlarda insanların olmasıydı. Fakat asıl mesele o yere doğru gitmeli miydik? ? Seçme şansımız olmadığı için ilerlemeye devam ettik. Patikanın ortalarında bir mağara gördük. Lygrleid endişelenmişti ve bunda hakkı vardı. Mağaranın dışarıdan biraz ürkütücü bir görüntüsü vardı. İçimde de kötü bir his vardı ama merak duygum daha ağır basıyordu. İçerisinde belki de işimize yarayacak şeyler bulabilirdik. Araştırmam gerekiyordu. Lygrleid Mağaranın girişine bıraktım ve keşfe başladım. Mağaraya ilk girdiğimde göze çarpan şey altın damarlarıydı. Maden cevher bakımından oldukça zengindi, elimde keşke bir kazma olsaydı diye içimden geçirdim. Biraz daha ilerledim ve mağarada yalnız olmadığımı fark ettim. İçerisi Riekling denilen küçük bir goblin kabilesine ev sahipliği yapıyordu. Varlığım fark edilince saldırıya uğradım. Neyse ki bu yaratıklar çok sert değildi. Fazla zorlanmadan onları hallettim. İçeride pek çok sandık vardı içlerinden bulabildiğim ıvır zıvır ne varsa alıp mağaradan çıkıp yola devam ettim. Patikanın sonuna geldiğimizde Lygrleid ile ben gördüğümüz şey karşısında resmen çocuklar gibi sevinçten havalara uçtuk. “İlahlara şükürler olsun… Bak! Gjalund bir ev. Terk edilmişe benziyor. ” dedi Lygrleid. “Burada ne olmuş merak ettim.” dedim. “Bir şey burada oturanları uzaklaştırmış olmalı.” “O şey her ne ise, kesinlikle bu yere karşı kanımı ısıtmıyor.” “Hadi! Gjalund içerisine bir göz at. İşe yarar bir şeyler bulabiliriz. Sen içeri bak, ben de burada nöbet tutayım. O sıçanlar ve kurtlardan daha fazlası ortaya çıkarsa seni çağırırım.” Evin çevresi güvenli görünüyordu ama içeriyi de kontrol etmeliydim. Bir sandık gördüm ancak kilitli olduğu için açamadım. Yiyecek olarak bir ekmek ve eski bir bira şişesi buldum sadece. “Bu evde bir süredir kimse yaşamıyor gibi görünüyor. İçeride kayda değer bulabildiğim tek şey kilitli bir sandık.” dedim. “Anahtarımız ya da kilit açma üzerine bir yeteneğimiz olmadığı sürece, sandık kilitli olarak kalacak. Gjalund bence sandığın anahtarı hala içeride bir yerlerde olabilir. Eskiden kamaramdaki sandığımın anahtarını yakınında saklardım, böylece açması kolay olurdu.” Kısa bir süre sonra evdeki yatağın altında bir anahtar buldum. Anahtar sandığın kilidine tam uymuştu. İçinde bulabildiğim ne varsa alıp Lygrleid'in yanına gittim. “Sandığı açtım.” dedim. “İşe yarar bir şey bulabildin mi?” “Sadece bir kızartma tavası, diğerlerinin hepsi çöp.” “Güzel, en azından artık o sıçan etini kızartabiliriz. Biraz et bize bayağı iyi gelebilir. Açlıktan ölüyoruz. Geyik eti yiyormuş gibi yaparız.” Sandıktan çıkan tava ile sıçan etini kısa bir süre kızarttım. Görüntüsü hala kırmızı ve tam kıvamında. “İşte kızarmış etin. En azından nereden geldiğini düşünmediğin sürece.” dedim. “Hey, hiç fena değilmiş.” “Lygrleid burada fazla oyalanamayız. Adanın daha da iç kesimlerine gitmeliyiz.” “Sen devam et. Benim bu bacakla daha fazla hareket etmem mümkün değil ve gerçekten dinlenmem gerek. O lanet fırtına beni bitirdi. Kendimi iyi hissetmiyorum. Bir müddet burada kalırım.” “Pekâlâ. Bu yer hakkında biraz daha bir şey öğrendiğimde gelip seni alırım.” “Benim hakkımda endişelenme dostum ve oralarda dikkatli ol. Kuzeye giden bir yol gördüm. Görünüşe göre daha da içerilere gidiyor. Belki yukarılarda yardım alabileceğimiz bir köy ya da onun gibi bir yer vardır.” Ada ve sakinleri hakkında daha fazla şey öğrenmek için daha da kuzeye gitmeye karar verdim. Ama öncelikle biraz dinlenmeliydim. Evdeki yatakta birkaç saat kestirmenin zararı olmaz diye düşünüyordum… Birkaç saatlik güzellik uykusundan uyandım ve yola koyuldum. Çevreye hala biraz bakınmak için vaktim vardı. Bir kurt gördüm Lygrleid'in güvenliği için onu öldürdüm. Ve de bir kamp alanı gördüm. Yakınlarında bir sandık daha buldum. Neyse ki bu kilitli değildi. İçinden biraz septim ve bir kaç tane iksir çıktı. Lygrleid'in gösterdiği yolu izleyerek mahsur kaldığımız adayı daha yakından tanımaya karar verdim. Bir süre yol aldıktan sonra tepenin sonunda bir kurt ile daha karşılaştım. Hançerimle onu kolayca kestim. Lygrleid'in bir diğer tavsiyesi olan sahil kenarını araştırmak iyi bir fikirdi. Bunu şimdi daha iyi anlıyordum. Eğer bu hançeri bulmasaydık sanırım şu anda bunları yazıyor olamayabilirdim. Ve bir kurt ile daha karşılaştım. Lanet ada bu hayvanlar tarafından istila edilmiş gibi görünüyordu. Tehlikeli geçen yolun sonunda tapınak benzeri bir yer gördüm. Bu pek akıllıca olmasa da merakıma yenik düşerek içine girmeye karar verdim. Yerin 4-5 metre kadar altına indim. Tam merdivenlerin sonuna gelmiştim ki zemin birden kapak gibi açıldı ve aşağıya düştüm. Bu kesinlikle benim gibi meraklı gezginler için yapılmış bir tuzaktı. Çünkü düştüğüm yer dev örümcekler ile kaynıyordu. Onları hallettikten sonra çevremi araştırmaya ve düştüğüm yerden bir çıkış yolu bulmaya çalıştım. Etrafta boş cevher damarları ile iki tane sandık vardı içlerinden altın çıktı. Nihayet düştüğüm yerdeki kapıyı açacak kolu buldum. Dikkatli bir şekilde yukarıya çıkarak tapınaktan kaçtım. Acaba bu belalı keşfim ne zaman bitecekti? Yardım bulmak için Lygrleid ile sığındığımız rahat evi bırakıp çıkmıştım yola. Ama hala ne yardım bulabilmiş, ne de tehlikelerden kurtulabilmiştim. Kaderin cilvesine bakın, ıssız ada ve yırtıcı hayvanlarla dolu ormanlar. Bir türlü başım beladan kurtulmuyordu. Bu karşılaştığım zorluklar daha ne kadar sürecekti? Ne zaman yardım bulacaktım? Bu soruların yanıtını bir türlü bulamıyordum. Patikanın sonundaki tepeye çıkmak bir saatimi almıştı. Sonunda küçükte olsa gözümün önünde bir umut ışığı yanmıştı. İleride iki katlı bir ev vardı. Dışarıdan terk edilmiş gibi görünüyordu. Ancak emin olmak için içini kontrol etmeye karar verdim. “Hey, sen! Ne arıyorsun burada?” “Sakin ol, düşman değilim.” dedim. “Elinde kılıç olan benim. O yüzden buna ben karar veririm, anladın mı.” dedi. “Tekrar soruyorum. Burada ne arıyorsun.” diye ekledi. “Gemim battı. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda bu adadaki sahile vurmuştum.” “Demek fırtınalardan kurtuldun, ha? İlahlar seni koruyor olmalı. Ama şansını fazla zorlama. Mevki beyi adamları seni burada yakalarsa, başın derde girer. Tavsiyem, kendine iyi bir silah bul. Üstündeki o paslı demirle pek uzağa gidemezsin. Hatta bu evde bir yerde bir tane kılıç olabilir. Bir göz at. Bulduktan sonra tekrar yanıma gel. Seninle ne yapacağımıza o zaman bakarız.” Evde karşılaştığım adamın tavsiyesine uyarak bir silah aramaya başladım. Alt katı ve üst katı didik didik ettikten sonra sonunda kendime düzgün bir silah bulabilmiştim. “Bu kılıcı buldum.” dedim göstererek. “Güzel! Umarım nasıl kullanıldığını biliyorsundur. Vaktim olsa sana birkaç hareket gösterirdim.” “Sağ ol gerek yok zaten. Benim adım Gjalund.” dedim. “Benimde Nal, tanıştığıma memnun oldum.” dedi elini uzatarak. “Yaralandım. Başlangıç olarak biraz yardım işime yarayabilir.” dedim. “Hm. öyle görünüyor. Köşedeki çantamda iksir şişeleri var. Al iç ve tazelen. Ayrıca orada büyük bir su fıçısı da var, yıkansan iyi olur. Acayip derecede deniz suyu kokuyorsun. İleride yine kendini yaralamayı planlıyorsan, elinin altında benim yaptığım gibi birkaç iyileştirme iksiri bulundursan iyi edersin. Yoksa adada fazla dayanamazsın.” “Teşekkürler. Ama daha fazlasını nereden bulabilirim.” “Şey, sonuçta ağaçlarda yetişmiyorlar… İksir için bir simyacı bulman gerekecek. Ama ne yazık ki etrafta ancak birkaç tane var.” “Benimle birlikte sahile çıkan bir adam daha var, yürüyemeyecek kadar yaralı ve şu an güneyde terk edilmiş bir evde kalıyor.” “Güney mi… eski balıkçının evi olmalı. Daha sonra onu almak için o tarafa doğru giderim. Hala orada olur umarım. Onu güvenli bir yere götürürüm.” “Sağ ol. Bana bu yer hakkında ne anlatabilirsin.” “Ne bilmek istiyorsun.” “Bir süre burada kalacağım gibi görünüyor. Biraz yiyecek bulabileceğim, kalabileceğim ya da biraz altın kazanabileceğim bir yer var mı?” “Bu civarda yok. Bu evde fırtınaları izleyebilmek için kalıyorum. Birkaç hafta önce olsaydı seni doğrudan Liman Kent'e yönlendirirdim. Ama artık değil.” “Niye ki.” “Mevki beyi Tarimel'in muhafızları ile kaynıyor! O altın madenlerini koruyor ve kalesinden ordusu için adam topluyor. Ben Havard'ın çetesinin tarafındayım. Hala özgür olan sadece biz varız. Bir kampta yaşıyoruz… Ama özgürlük özgürlüktür. Yerinde olsam kamp alanına gidip Havard'ın beni alıp almayacağına bakardım. Ya da şansımı Liman Kent'te denerdim. Sadece kaleden uzak dur yeter.” “Liman kent güvenli bir yer mi? Mevki beyi orada ne yapıyor.” “Şu anda pek bir şey yapmıyor. İçeride bizim çocuklardan birkaçı var. Sana yardımcı olabilirler. Ve o muhafızlar muhtemelen seni pek fazla rahatsız etmezler. Sana yolu gösterebilirim, ama inan bana, bizim kampta çok daha iyi olursun.” “Havard bana ne sunabilir.” “Yemek, ev, iş, kadın? Hatta seni bir savaşçı olarak da eğitebilir. Ne de olsa bir kılıcın var. Sanırım yukarıda, kalede de o lanet elfler sana kılıç kullandırırlar ancak özgürlüğünü elinden alırlar. Duyduğuma göre kaleye giren pek çok kişiden bir daha haber alamamışlar. Benden söylemesi.” “Sürekli bir kaleden söz ediyorsun. Orada ne oluyor ki.” “Orası olmak isteyeceğin son yer. Orası ilahların belası kara elf Tarimel'in çaylak askerlerini eğittiği yer. Beyinlerini yıkıyorlar. ” “Bana Liman Kent'e giden yolu gösterir misin?” “Elbette. Beni takip et.” Bir süre yürüdükten sonra Nal durdu. “Aşağıda, vadideki çiftliği görüyor musun?” “Evet.” “Tarimel'in yardakçılarının bazıları orada çalışır. Kendilerine çırak diyorlar. Kaledeki muhafızların yardımcılarıdırlar. Onlarla konuş. Liman Kent'e ulaşmanda yardımcı olurlar. Ama dikkatli ol. Kendini kazara askere alınmış halde bulma. Eğer onlara katılırsan artık Havard'ın kampında hoş karşılanmazsın.” “Teşekkürler. Şimdide bana kampınızın yolunu göster.” “Akıllı adam! Bu taraftan.” Nal ile batıya doğru uzun bir yürüyüşten sonra durakladık. “Kuzeye bak. Harabeyi görüyor musun?” “Evet. Bu tapınağın benzerini daha önce de gördüm. İçine de bakmıştım. Ama dev örümcekler dışında kimse yoktu.” “Ah, muhtemelen temizlenmiş bir madendir orası. Buradakine Tarimel'in muhafızları bir kamp kurdular. Altın cevherlerini kazıp çıkarmak için. Aklın varsa, oranın yakınlarında görünmezsin. Yoksa paketlenip kaleye götürülürsün. Bir köle mi olmak istiyorsun, yoksa özgür bir adam mı?” “İşte geldik. Bu patikayı kuzeye doğru takip edersen, kampımıza ulaşırsın. Ha bir de avcılarımıza dikkat et. Tembel herifler her zaman işlerini başkalarına yaptırmaya çalışırlar.” “Her şey için teşekkürler Nal.” “Yeterince badire atlattın, birazcık iyiliği hak ediyorsun. Her ne yapacaksan iyi şanslar.” Ne yapacağımı düşünmeden önce tekrar Lygrleid'in yanına dönüp haberleri vermeli ve onu kontrol etmeliydim. Yol çok zor ve çetin geçmişti. Bir saatte çıktığım yere inmem neredeyse akşamı bulmuştu. “Hey, geri döndün.” “Döneceğimi söylemiştim. Ve de etrafa bir göz de attım.” “Neler öğrendin.” “Buradaki insanlar kendi kuralarına göre yaşıyorlarmış gibi görünüyor. Anladığım kadarıyla her şey adadaki altın madenleriyle ilgili. Mevki beyi Tarimel dedikleri bir kara elf madenleri çıkartmak ve korumak için kendine bir ordu topluyor. Havard denilen bir haydut çetesine liderlik yapan adamda mevki beyiyle altın madenleri için savaşıyor.” “İlk izlenimin… Buranın tuhaf bir yer olduğu yönünde. Bilgiler için sağ ol. Sanırım ben burada kalacağım, bacağım hala tam olarak iyileşmedi. Gücümü toplayana kadar başka insanlarla temas kurmaya hazır değilim, özellikle de şu Mevki beyiyle.” “Buraya gelip sana daha az korkunç bir yer bulmanda yardım etmesi için birinden yardım istedim. İyi bir adama benziyordu.” “Gerçekten mi? Çok sağ ol.” “Tekrar görüşmek dileğiyle hoşça kal Lygrleid.” Şimdi seçeceğim tarafa karar vermeliydim. Mevki beyi Tarimel'in tarikatı mı? Yoksa Havard'ın çetesi mi. Sanırım öncelikle biraz dinlensem iyi olacaktı. Bu gün yeterince aksiyon yaşadım. Sağlam bir kafayla ertesi gün ne yapacağıma bakabilirdim… |